Hızlı Kredi Genişlemesi Finansal Açıdan Riskli mi?

30/05/2013

Ekonomiler hızla büyürken oluşan hızlı kredi genişlemesi finansal sistem açısından tehlikeler doğuruyor

Radikal gaztesi yazarlarından Fatih Özatay bu haftaki yazısında kredi-mevduat farkına değindi. Atalay yazısında şu konulara yer verd:

Mevduat faizinin enflasyonun altında seyretmesine son yazılarımda tasarruf oranı açısından baktım. Tüketimi özendirici olan, tasarrufların bir kısmını gayrimenkule, altına ya da yabancı mali varlıklara yönelten bir politika bu. Tasarruf oranının düşüklüğünden şikâyet ettiğimiz bir ortamda doğru politika değil kısacası. Ocak 2011’de önemli bir konferans düzenliyor merkez bankalarının bankası konumundaki BIS. Konferansın başlığı şöyle: ‘Makro sakıngan (makro ihtiyatlı) politika ve düzenleme’. İki ana açış konuşmacısı var. İsveç Merkez Bankası Başkanı ve Princeton Üniversitesi profesörlerinden Hyun Song Shin.

Shin, öncelikle ekonomiler hızla büyürken oluşan hızlı kredi genişlemesinin finansal sistem açısından doğurduğu tehlikelere dikkat çekiyor. Bu yazı açısından önemli olan, hızlı kredi genişlemesinin bankaların bilançolarının yükümlülük tarafında önemli riskler biriktirebileceğine vurgu yapması. Bankaların mevduat gibi temel yükümlülüklerinin, kredi artış oranındaki baş döndürücü yükselmeye eşlik edemeyeceğini belirtiyor. Bu durumda bankalar kredi artış oranını yükseltebilmek için riskli borçlanma türlerine başvurabiliyorlar.

ABD’de Konut Kredileri Katlanarak Artıyor

Küresel krizin başlangıcında –Eylül 2007’de- İngiltere’de bir bankanın şubelerinin önünde mevduat sahiplerinin oluşturdukları uzun kuyrukların fotoğraflarını hatırlayacaksınız. O bankanın adı Northern Rock idi ve Şubat 2008’de İngiltere hükümeti naçar o bankayı devletleştirdi. Haziran 1998’den Haziran 2007’ye o bankanın açtığı kredi miktarı 6.5 kat artmış. Oysa aynı dönemdeki mevduat artışı sadece 2 kat. Geriye kalan kısım ise çoğunlukla riskli fonlardan oluşuyor. Shin bir de ABD’den örnek veriyor. 1990 başında finansal sektörün mevduat dışındaki kısa vadeli borçlarının toplam mevduata oranı yüzde 25 gibi. Oysa Ağustos 2007’de bu oran yüzde 80’e ulaşıyor. Aynı dönemde ise ABD’de konut kredileri katlanarak artıyor ve konut fiyatlarının inişe geçmesi ile birlikte krizi tetikliyor. Bizim gibi ülkeler açısından şu önemli noktaya dikkat çekiyor Shin: Mevduat artış oranının, kredi artış oranının temposuna yetişememesi neticesinde, bankalar yurtdışı borçlanmalarını arttırıyorlar. Bu, hem kur riskini yükseltiyor hem de bu ülkeleri uluslararası risk alma iştahındaki dalgalanmalara karşı kırılganlaştırıyor.

Türkiye’deki durum şöyle: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun haftalık verileri kullanılınca, kredilerin mevduata oranının yıllık ortalamasının, 2006-2010 döneminde yüzde 68-83 aralığında dalgalandığı belirleniyor. 2011’de yüzde 90’a, 2012’de ise yüzde 97’ye çıkıyor. 2013’ün ilk haftasından Mayıs ayının ortasına kadar olan dönemin ortalaması ise yüzde 100,4. Son haftada bu değer yüzde 102 oluyor.

Elbette mevduatın vadesinin kısa olduğundan, dolayısıyla onun da döviz cinsi borçlanmayla kıyaslandığında daha az riskli bir borçlanma türü olmadığından söz eden olabilir. Ayrıca mevduat dışında da bankaların yurtiçinden (mesela tahvil çıkararak) borçlanma olanakları olduğu belirtilebilir. İleride daha ayrıntılı bir biçimde ele alırım. Şimdilik birkaç noktaya dikkat çekeyim: Birincisi, gelişmiş ülkelerin bastıkları bol kepçe para ve düşük faiz politikası Türkiye’ye de yüksek miktarda kısa vadeli döviz cinsi kaynak (borç) gelmesine yol açıyor. Hem vade hem kur riski ortaya çıkıyor. İkincisi, mevduatın önemli bir kısmı ‘sadık’ müşteri mevduatı. Vadesi kısa olsa da yenileniyor. Oysa kısa vadeli dış borç öyle değil. Enflasyonun altında faiz politikasına bir de bu açıdan bakmakta yarar var.

Kaynak: Radikal