Mortgage'ı suçlamak haksızlık

31/10/2008

ULI Türkiye Başkanı Haluk Sur küresel krizi ve neler yapılması gerektiğini yorumladı

Son 80 yılın en büyük küresel finans krizinin yaşandığı ve liberal ekonominin kalelerinin birer birer çöktüğü bir dönemi yaşıyoruz. Ağustos 2007’de ilk sinyallerini veren ve kamuoyunda 'subprime krizi', 'credit crunch' ya da 'mortgage krizi' olarak adlandırılan finansal kriz, Amerika’dan başlayarak dalga dalga tüm dünyayı etkilemekte ve son 10 yılda, düşük faiz ortamında sürekli büyüyen dünya ekonomisi küçülme, daralma sinayllerini vermektedir. Önceleri 2008’in 3'üncü çeyreği sonuna kadar krizin etkilerinin ve büyüklüğünün anlaşılacağı ve 2009’un ilk çeyreğinden sonra tekrar büyümeye başlayacağı düşünülen global ekonomi, sanılandan daha büyük bir derin darbeye maruz kalmış, mali piyasalardaki dağılma, giderek, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin reel sektörlerini de tehdit eder hale gelmiştir. Milyonlarca çalışan işsizlik, binlerce şirket kapanma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Liberal, serbest piyasa ekonomisi yeniden kendisini tanımlamak ve varoluş prensiplerini sorgulamak sürecine girmiştir. ABD, Avrupa Birliği ve Uzak Asya’da Japonya ve Güney Kore ekonomileri yaklaşık 35 trilyon dolar gayri safi milli hasılayla (GSMH) küresel ekonominin yüzde 75’ine tekabül etmekte ve 2008/2009 yıllarında takriben yüzde 8-10’luk bir küçülme öngürülmektedir. Tabi ki hayat kriz ortamında da devam edecek ve durma noktasına gelmeyecektir. Ama dünya tüm bu yaşadıklarından, kendisine anlamsız gelmeye başlayan, denetimden uzak başıboş küresel sermaye hareketlerinden dersler çıkaracaktır. Aslında olay, dönmeyen, geri ödenmeyen konut kredileri krizi olmaktan çok sorumsuzluk, dikkatsizlik ve bilgisizlik sonucu yönetilemeyen finansal risk olayıdır. Bu anlamda, mortgage sistemine yönelik eleştiriler haksızdır. Türev elemanlar ve yanlış menkulleştirmeler krizin tetikleyicisi olmuşlardır. Dünya ekonomisi özellikle son 10 yıldır tarihte daha önce hiç olmadığı kadar küreselleşmeyi yaşamış, para, finans, sermaye hareketleri sınırların ötesine taşınmıştır. Gelinen noktada sosyal bilinç ve sorumluluktan uzak, salt arz/talep dengesine dayalı yorumlar, kapitalist ekonominin iflasını da peşisıra getirmiş, özelleştirmeler çağında yeniden devletleştirme işlemlerini gündeme taşımıştır. İnsanlık refah, gelir seviyesi, kalkınma ve gelişmenin küreselleşmesini umut ederken, fakirlik, işsizlik ve küçülmenin küreselleşmesiyle yüz yüze kalmıştır. İktisatcılar, liberal ekonomide yaşanan gelişmeleri tarihe not düşerek sosyal sorumluluk ilkesine mutlaka yeni yorumlar getireceklerdir. Değer oluşumunda, fiyat istikrarı, öngörülebilirlik, katılımcı politikalar, dengeli kalkınma, sosyal bilinç ve sorumluluk olmaksızın, gerçek küreselleşmeden bahsedilemez. Kar maksimizasyonu, ne pahasına olursa olsun rant ve yüksek gelir elde etme hayatın gayesi ve esası değildir. Bu düstur gözardı edildiğinde gelinen sonuç ortadadır. İnsanın refah ve mutluluğunu gözetmeyen değişimler, oluşumlar kabul görmez ve yanlış hesaplar şimdilerde olduğu gibi bir yerlerden geri döner. Bu olumsuzlukların içinde olumlu addedilebilecek, geleceğe yönelik ümit vadeden unsurlar da mevcuttur. Dünyanın uzak doğusundan uzak batısına aynı günün içinde farklı ülkelerin merkez bankaları, hükümetleri ve politika belirleyicilerinin krizin nabzını anbean tutarak reaksiyon verip, refleks göstermeleri, karar mekanizmalarını hızlı işletmeleri, çok önemli bir gelişmedir. Sıkışan piyasaların likidite ihtiyacını karşılamaları, sosyal paniği önleme yönünde aldıkları kararlar, bundan böyle finansal piyasaların denetimine, disipline edilmesine yönelik insiyatifler, önümüzdeki dönemde gerçek ve sağlıklı küreselleşmenin işaret fişekleri, ayak sesleri konumundadır. Ülkemiz açısından ise 2001 yılında yaşadığımız ekonomik kriz ve sonrasında alınan önemler ve mali piyasalarımızın yeniden yapılandırılması ciddi bir şans olmuş, Türkiye göreceli olarak diğer ülkelere nispetle krizi, bugün itibariyle az hissetmiştir. Yine de cari açık ve küresel resesyon sonucu ortaya çıkabilecek ihracaat rakamlarındaki olası düşüşler tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Gayrimenkul sektörü açısından durum fevkalede olumludur ve sektörün tüm parametreleri, kendine özgü dinamikleri, yatırımcılar açısından fırsatlar sunmaya devam etmektedir. Finansal piyasaların sakinleşmesiyle birlikte yeni bir dönemin kapıları ardına kadar açılacaktır. Panik psikolojisine kapılarak, parayı ticari sirkülasyonun dışına asla çıkarmamak gerekir. Hayat, uygarlık tarihi, kentlerin tasarım ve oluşumu, yaşam alanlarının inşaası, arazinin kullanımı aslında bir anlamda doğaya müdahale etmenin, şekil vermenin, değiştirmenin adıdır. Önemli olan bu kaçınılmaz değişimin sosyal bilinç ve sorumluluktan uzak olmadan gerçekleşmesidir. Evrendeki tüm canlıların yaşam hak ve hukukunu gözden uzak tutmadan kaynaklar kullanılmalıdır. Sürdürülebilir gelişme ve kalkınma başkalarının kaynaklarını kendin için kullanmamak ve gelecek nesillerin kaynaklarını şimdiden tüketmemek olarak algılanmalıdır. Tarih, hayat, zaman bir nehir gibi akmakta, süreklilik ifade etmektedir. Dünyanın yaşadığı bu yeni küresel dönemde edinilen deneyimler, yarının kuşaklarına akıl, sorumluluk ve sevgiyi rehber edinerek aktarılmalı, onların yolları aydınlatılmalıdır. Bu ise, uydu ve haberleşme teknolojilerinin, süper işlemcilerle geliştirilmiş bilgisayarların, internet çağının, giderek küçük bir gezegene dönüştürdüğü dünyada yaşayan herkesin ortak görevi olmalıdır. Haluk Sur Urban Land Institute (ULI) Türkiye İcra Kurulu Başkanı
Kaynak: Milliyet